Anasayfa Köşe Yazarlarımız BİR KIRMIZI ELMA…

BİR KIRMIZI ELMA…

kadirkoc

Sene 1957..istanbulda okumaktayım..
Diyeceksiniz ki,.TOKAT / Niksar, Akıncı köyü nire…
İstanbul nire..O zamanlar, yokluk diz boyu…
Köyde ilkokul yok…ilk okuyan kişi benim..
dedim ya sene 1957…çoğu köyde okul ,öğretmen hak getire…öğtetmen yetiştiren köy enstitüleri var be
onlarda kominist yetiştiriyor diye,ya kapatılmış,ya gözden çıkarılmış..
Okuyabilmek,hele yazabilmek, el üstünde tutulmakta….
yokluğun,fakirliğin olabildiğince fazla olduğu ama,
cumhuriyetin meyvelerini daha yeni yeni vermeye başladığı zamanlar…
dayım okutmakta beni…
İki oğlu İstanbul.Teknik .Üniversitesinde öğrenci..
Büyük ablam cumhuriyetin ilk kadın ,ilk okul müfettişlerden..,
onun küçüğü ise benim öğretmenim..
diğer iki kızı ise orta ve lisede…
Bense ,sultanahmet ‘teki,İbrahim müteferrika ilkokulu 4 ncü sınıftayım..
diyeceğim o ki,
” okul evde ve ben cennetdeyim…”
Okumayı sökmüşüm ,seller sular gibi..
Birde o güzel İstanbul türkçesi…
Bayılıyor dinleyenler…
O yıllarda 2 sömestre tatili vardı…
ve her tatilde beni
Çocuk özlemiştir anasını ,diye ta İstanbul’dan Niksar’a gönderirlerdi……
Ki tatillerde köye gelişim bir bayram dı sanki..
Nedeni,şu…
rahmetli dayım ,adlarını hatırlamıyorum,şimdi..
2 gazete gönderirdi benle İstanbuldan ta köye..
biri türkçe,diğeri ingilizce..
İngilizce,gazete,tütün içen köylülere..
sigara sarsınlar diye..
o zamanlarda,sigara kağıdı varsada, bulan kim,yada alabilen..
dedim ya ..yokluklar içinde ülke …
yabancı gazete, beyaz ve kağıdı oldukça ince..
içenlerin dediğine göre,
yani tütün sarmaya elverişliymiş…
Dumanı fazla acı ve boğucu değilmiş….
diğer gazete ise,türkçe olan.
benim köylülere okumam ve havadis almaları için istanbulda basılan kağıdı sapsarı,oldukça kalın , bir gazete…
Diyeceksiniz ki gel artık şu kırmızı elmaya…
İyide hepsi birbirine bağlı dostlar…
Yani montajsız, anlatamam ki…
Bide yavan olur tat vermez…
Yoksa çene düşüklüğü, değil…
Hele kurgu falan hiç değil…
Bir devrin anatomisi ve yaşanmış gerçek olaylar bunlar..
noktayı koydum ve devam…
Mevsim sonbahar…
okullar açılacak…istanbul’a hareketim var..
Hazırlandı göçüm…
sacda kurutulmuş,yufkadan,pelver(salça),bulgura, una,somuna ,
erişteye,elma,ve armuda kadar…
ne varsa ,hepsi Yüklendi eşek ve ata…
vedalaştım anam, babam ve kardeşlerimle..
Abim önde ben geride..
şoseye ,yaya 45 dakikalık yolumuz var…
Posta arabasını kaçırmamak gerek…
Yoksa günlerce sabahlarız yazıda…
Başka araba yok…
şimdiki gibi araç bolluğu ,hele otobüs nerde…
resimdeki,Uzun burunlu posta arabası var tek…
Halama uğradım el öpmeğe..
Harçlık koydu cebime..
bozuk 7 kuruş…
sıkı sıkı sarmış bi dülbende..
tembihledi sakın kaybetme..
abim beklememiş gitmiş…
Köyden çıkıp,köyaltında,bahçelere doğru yol aldığımda..
hala hatırladığım,bir burkulma oldu yüreğimde..
öyle ya yaşım başım ne ki…
hani ana kuzusu derler ya..
işte o yaş benimki..
Dayımgiller ,yaban değil..
ama nede olsa gurbet…
Bir köye baktım geriye..
birde ta uzaklarda dik aşağı giden Rahmi abime..
Çocuk aklım,git dedi git…köyde ne var ki…
Hayat büyük şehirde..
gördün yaşadın..
tokat,sonra ankara,İstanbul,
oku da adam ol…
örnek alman gereken ablaların abilerin var….
Koştum…durmamacasına…topuklarım belime değercesine..
Muhtar Hidayet dayının bahçesine geldiğimde durakladım birden..
Bir elma ağacı..
bir dalı yola doğru…
ucunda bir elma ki sormayın..
resmini koyduğum elma neki…
Kıpkırmızı ve koskocaman.
sanki içi bal dolu…
öylesine göz alıcı..
gayri ihtiyari eğildim…
gözümü elmadan ayırmadan,taş aradım yerde…
köy yolu …
taştan çok ne var…
hemen geldi elime..
Bir, bir daha,,,
peşpeşe savurdum elmaya…
Düşüremedim…t
am bi daha derken,bir koca ses yankılandı havada…
-Ulan daşlama deyyus…geliyom ha…
Hidayet emmiydi bu..
hemde muhtar…
babamın en yakın arkadaşı..
Kapı komşumuz…
korktum..
çocukluk ya…
halbu ki .yarım çuval elma koymuştu anam…
ama ne bilem o daldaki elma bi başkaydı..
kırmızısı kaldı aklımda..
Abime nasıl yetiştim bilmem…
nefes nefese , tıkanıp, soluyarak…
3 gün sürdü İstanbul’a Niksar’dan varışım…
okul,öğrenme ve daha bir güzel konuşma..
ablamın deyimiyle “çok güzel dil kırma”..
3 ay sonra,şubat ta7 günlük sömestre tatili…
yine dayımın gazeteleri çantamda…
ve mümin amcanın burunlu otobüsü…,
bu kez istanbul’dan köye yolculuğum …
iki günde ,gldik Niksar’a köyün altına…
kar yağışı ve sis…
ortalık toz duman..
beni,o şartlarda atıyla saatlerce bekleyen amcam oğlu rahmetli Mehmet abim..
ondan en az 30 yaş küçüğüm …
sanki büyükmüşüm gibi(önemini şimdi anlayabildiğim) bir saygıyla,
-Hoş geldin hüseyin bey ,üşüme..
ata bin …hemen gidelim,…yol kapanacak dedi…
nasıl aştık o fırtınada dere ve tepeleri ……
ulaştık köye…
bilmiyorum..
her zamanki gibi anam karşıladı önce…
sarıldı bana..
belkide bu kucaktı bana güç veren…
Eve girdiğimizde,sofada,tam ortada…
ateşten kıpkırmızıydı koca han soba…
üstünde koca bir güğüm,yanında,ıhlamur kaynamakta…..
Öyle ya bu sıcak ve ıhlamur derman, dönek dağının kar ve ayazına..
rahmetli babam, amcam,ismail dayı,ve köyün tüm yaşlıları …
kimi sedirlerde ,birkaçı yerde, kimi bağdaş kurmuş…
sohbet gırla…..
ama sanki, özde hepsi beni bekliyordu..
sigara kağıdıydı belki bekledikleri..
yada memleketten günü geçmiş bir kaç haber..
belkide hiçbiri..
ama hepsi oradaydı..
şimdiki zaman değilki…ne tv ne radyo…ne başka bir eğlence…
herkes birbirine misafir…
daha yakın daha samimi…
daha dost..
Kapıdan girdiğimizde ,içlerinden bazılarının ayağa kalktığını anımsarım…
acaba neden di..
ayağa kalkmak birine saygı gösterimiydi……
peki de ,ben kimim ki..
Bu neyin saygısıydı dersiniz…
ağa çocuğu değilim…
yada büyük devlet memuru hiç değilim..
onlardan ,içlerinden biriyim..
gurbette okuyan 10 yaşlarındaki bir çocuk…
Şimdi anlıyorum o yüce saygının özünü..
Okumaya saygıydı..
okuyana saygıydı..
okuyup ilerde memlekete faydası olacak çocuğa saygıydı…
o saygı sürdü gitti yıllarca ve hala da var…
benimde 7 den yetmişe o saygıya saygım var…
bekletmedik,anamla…
Gazeteleri çıkardık tahta bavuldan..
babam büyük bir keyfle ingilizce gazeteyi katladı,da katladı..
inceltti de inceltti…
ve bir sigara kağıdı büyüklüğü kadar katlayıp, yanından hiç eksik etmediği,sürmene bıçağıyla kesti de kesti….
okadar çoğaldıkı kağıtlar..
orada olan herkese yetti ….
..sonra Türkçe gazeteyi uzattı bana ve…
–eee oğul ısındın hemi…hele bi oku’da duyak bakalım memleket ajanslarını…
okudum,tiz sesimle..
-Başvekilimiz Adnan Menderes…
oda kapısı bir gıcırtıyla açıldı ve paltosunun.
omuzları, şapkası karla dolu,
burnundan buhar çıkan,
uzun boylu bi adam girdi içeri..
şapkasını eline aldı ve gür sesle
-Hoş geldin yeğenim…dedi..
Ses titrememe yetti..
Hidayet dayıydı bu..
Muhtar hidayet dayı…
hani elma’sına taş attığım ve bana deyyus diye bağıran adam…
Aradan bu gün tam 55 yıl geçmiş…
o günkü utancımı hala unutamam…
gazeteyi bıraktım ve sedirde şöyle bir doğruldum…
-hidayet emmi ben…sesimi kesti..
-Otur yeğen otur..okumaya devam…
Elini paltosunun cebine soktu,
yaklaştı bana…
uzattığı elinde bir kırmızı elma vardı…
benim taşladığım ve düşüremediğim..
o gözüm kalan kırmızı elma..
iki avucunda ve daldaki kadar güzel..
-al dedi bu senin..
o gün seni yaban biri sandım..Sen olduğunu geç farkettim.. sakladım samanda…al yanımda bi ısır hele..
elimi uzattım,elmada kaldı elim…
Zihni amcam,söze girdi rahmetli..
-Eeee.muhtar,yaptın bi ağalık,ardını getir..,elmayı dilde ver …
Dostum kapusuzoğlunun dediği gibi,benimde
“başımdan aşağı ikram ve sevgi döküldü” bir an…
o gerçek ki,
bana,50 yıla yakın devlet umurumda,
Atatürk’ün sözü olan”türk milletinin hakiki efendisi köylüdür”
öz deyişinin,ne kadar büyük bir tesbit olduğunu yaşarken öğretmesidir…sevgilerimle.

You may also like